Bir zamanlar, denizin kenarına kurulmuş, küçük ama çok renkli bir köy vardı. Bu köyde, herkesin evi farklı bir renge boyanmıştı. Kimi evler gökyüzü mavisiydi, kimi papatya sarısı, kimi ise gül pembesi… Fakat köyde yaşayan Deniz adında bir çocuk, her ne kadar etrafı renklerle dolu olsa da, içten içe eksik hissederdi. Çünkü annesi ona küçükken hep şöyle derdi:

“Dünyadaki en özel renk, aşkın rengidir, oğlum. Ama o rengi görebilmek için sadece gözlerin değil, kalbin de görmeli.”

Deniz bu sözleri çok küçük yaşta duymuştu. O zamandan beri aklında tek bir soru vardı: "Aşkın rengi ne?"

Bir gün, köyün yaşlı ressamı Melek Teyze, köy meydanında çocuklara resim yapmayı öğretirken, Deniz yanına gitti ve sordu:

— Melek Teyze, sen bütün renkleri bilirsin. Bana söyle, aşkın rengi ne?
— Ah tatlı çocuğum… (gülümsedi) Aşkın rengi tek bir renk değildir. Onu bulmak için yolculuğa çıkmalı, farklı insanlarla tanışmalı ve kalbinle bakmayı öğrenmelisin.

Deniz, bu sözlerden sonra karar verdi: O rengi bulacaktı! Ertesi sabah, küçük sırt çantasına biraz ekmek, peynir, su ve annesinin ördüğü mavi atkısını koydu. Atkının ucuna da annesinin küçük bir not iliştirdiğini fark etti:

“Yolun uzun olabilir ama kalbin doğruysa rengini bulursun.”

Ve böylece, Deniz’in büyük macerası başladı.

İlk durağı, köyün ötesindeki Rüzgar Ormanı oldu. Bu orman o kadar büyüktü ki, ağaçların dalları birbirine sarılır, rüzgar estiğinde yapraklar şarkı söylerdi. Ormanın derinliklerinde, Luna adında beyaz tüylü, zeki gözlü bir tilkiyle karşılaştı.

— Merhaba küçük yolcu, nereye gidiyorsun? (diye sordu tilki)
— Aşkın rengini arıyorum. Biliyor musun, o renk nerede?
— Belki bilirim, belki bilmem. Ama sana yardım ederim. Önce benim de bir şey bulmama yardım etmelisin.

Luna, ailesini kaybetmişti. Deniz, tilkinin peşinden giderek ormanın en karanlık yerine ulaştı. Yüksek bir kayanın üzerinde, tilkinin yavruları titreyerek bekliyordu. Deniz, cesurca tırmanıp yavruları kurtardı. Tilki, gözleri parlayarak teşekkür etti:

— Şimdi anladım… Senin kalbin, yardım etmenin rengini taşıyor. Bu renk, aşkın bir parçasıdır. Ama sadece bir parçası…

Deniz, yoluna tilkiyle birlikte devam etti.

Bir süre sonra, yolları Kristal Nehri’ne çıktı. Nehrin suları gündüzleri altın gibi parlar, geceleri ise gökyüzündeki yıldızları yansıtırdı. Nehrin ortasında küçük bir ada vardı ve orada Arya adında genç bir kız keman çalıyordu. Melodiler öylesine güzeldi ki, Deniz’in içi ısındı.

— Merhaba, bu müzik çok güzel! Neden burada çalıyorsun? (dedi Deniz)
— Çünkü karşı kıyıdaki insanlar kavgadan başka bir şey bilmiyor. Ben onlara barışın sesini göndermek istiyorum.

Deniz, Arya’ya yardım etmeye karar verdi. Onun melodisine, köyünden getirdiği küçük flütle eşlik etti. Günlerce çaldılar ve sonunda karşı kıyıdaki insanlar kavga etmeyi bıraktı. Arya gülümsedi:

— Müzik, sevginin dilidir. Bu da aşkın rengini oluşturan parçalardan biridir.

Deniz, defterine bir not düştü: “Yardım etmenin rengi + Müzik ve barışın rengi.”

Yolculuk devam ettikçe, Deniz ve Luna; çöllerden geçti, fırtınalara yakalandı, karlı dağlara tırmandı. Her durakta farklı insanlar tanıdı:

  • Bir çoban, hasta koyununu iyileştirmek için günlerce dağlarda ot arayan sabırlı bir adam… (Sabır rengi)

  • Bir terzi, bütün köye ücretsiz kıyafet diken yaşlı bir kadın… (Paylaşma rengi)

  • Bir kaptan, fırtınada batmak üzere olan gemisini terk etmeyip mürettebatını kurtaran cesur bir denizci… (Cesaret rengi)

Her biri, Deniz’e aşkın farklı bir parçasını öğretti.

Aylar süren yolculuktan sonra, Deniz ve Luna, Gökyüzü Dağı’na ulaştı. Burası, bulutların yere değdiği, gökkuşaklarının doğduğu yerdi. Efsaneye göre, aşkın rengi bu dağın tepesinde saklıydı. Ancak tepeye giden yol, dar ve dikti. Deniz’in bacakları titredi ama Luna’nın bakışları ona cesaret verdi.

Tepeye vardıklarında, karşılarında kocaman bir gökkuşağı vardı. Ama bu gökkuşağı bildikleri gibi değildi. Her rengi, Deniz’in yolculuğunda tanıdığı insanların hikâyelerinden oluşuyordu.

Birden gökkuşağından bir ses yükseldi:

— Deniz, sen aşkın rengini aramaya çıktığında, onun tek bir renk olmadığını öğrendin. Aşk; yardım etmenin, barışın, sabrın, paylaşmanın ve cesaretin birleşimidir.

Gökkuşağının ışıkları Deniz’in kalbine doldu. O an, gözleri yaşardı. Annesinin sesi kulaklarında çınladı:

“Kalbin görürse, rengini bulursun.”

Deniz, köyüne döndüğünde artık sadece renkleri gören bir çocuk değildi. O, aşkın rengini taşıyan biriydi. Köydeki herkes onun hikâyesini dinledi, çocuklar ondan ilham aldı. Ve Deniz, büyüdüğünde o rengin hiç solmaması için hayatını başkalarına yardım ederek geçirdi.

Ve böylece, aşkın rengini arayan çocuk, aslında onu içinde taşıdığını öğrendi.