Gökyüzü o sabah farklı kokuyordu. Sanki uzaklardan gelen rüzgâr, bulutların arasına gizlenmiş bir sırrı taşımış, güneşin ilk ışıkları bu sırrı aydınlatmak için yeryüzüne uzanmıştı. Ufuk çizgisinde pembe, altın sarısı ve turuncu tonlar birbirine karışıyor, gökyüzü yavaşça uyanıyordu. O an, bir tepenin en yüksek noktasında yan yana duran iki insan vardı: Ela ve Deniz. Ela’nın saçları sabah ışığında altın teller gibi parlıyor, rüzgârda hafifçe savruluyordu. Gözleri, yaz göğünün en berrak mavisini taşıyordu. Deniz’in bakışlarında ise hem fırtına hem huzur vardı; gülüşü, kışın ortasında ansızın açan bir bahar çiçeği gibiydi.
Ela, parmaklarını Deniz’in parmakları arasında kenetlemişti. Elini bırakmıyor, bıraksa bile parmaklarının arasında o sıcaklığı hâlâ hissedecekmiş gibi duruyordu. Hafifçe fısıldadı: “Deniz… Dün gece yaşlı rüzgâr kuşu yanıma geldi. Bana, bulutların çok üzerinde, gökyüzü ile yıldızların birleştiği bir yer olduğunu söyledi. Oraya ulaşan çiftler, aşklarını sonsuza kadar koruyacak kanatlar kazanırmış.” Deniz’in dudaklarının kenarında ince bir gülümseme belirdi. Ela’nın yüzüne bakarak, “Kanatlarımız olursa nereye istersen gidebiliriz,” dedi. “Ama zaten sen yanımdayken her yer bana ev gibi geliyor.”
İkisi de aynı anda başlarını kaldırıp gökyüzüne baktılar. Bulutlar, pamuk şeritleri gibi yan yana dizilmiş, sanki onları bekliyordu. Ela, “Gidelim,” dedi, “hem belki gökyüzü bizim adımızı öğrenir.” Deniz, onun gözlerindeki ışıltıyı görünce hiçbir tereddüt hissetmedi.
Yola ilk adımları, Rüzgâr Geçidi’ne atıldı. Burası, yeryüzünden gökyüzüne uzanan, görünmez basamaklardan oluşan bir yoldu. Basamaklar yalnızca kalbi cesur olanların ayaklarının altında belirirdi. İlk adımı atan Ela oldu. Ayağının değdiği yerde hafif bir ışık yayıldı. Deniz arkasından yürüyordu, ama bakışları sürekli Ela’daydı. Bir an Ela geriye döndü: “Beni bırakmayacaksın, değil mi?” Deniz gülümsedi: “Beni bırakacak tek şey… senin kanatların olur. O zaman bile peşinden uçarım.”
Geçidin sonunda, gökyüzü bambaşka bir manzaraya açıldı. Önlerinde, yedi rengin ışıkla örüldüğü Gökkuşağı Köprüsü uzanıyordu. Köprü, iki yüksek bulut dağı arasında asılı duruyor, altından uçsuz bucaksız gökyüzü görünüyordu. Köprüye adım attıklarında rüzgâr perileri belirdi. Kanatları şeffaf ve ışıklıydı; liderleri, sesi kristal gibi çınlayan bir kadındı. “Buradan ancak el ele geçenler, yolun sonunu bulabilir,” dedi. “Ama köprü, sizi birbirinizden ayırmak için rüzgâr oyunları oynar.” Ela, Deniz’in elini daha sıkı tuttu. Ortalarına geldiklerinde güçlü bir rüzgâr Ela’yı havaya kaldırmaya çalıştı. Deniz, bütün gücüyle onu çekti, kollarına sardı. “Bırakmam demiştim,” diye fısıldadı.
Köprünün sonunda Bulut Labirenti vardı. Bulutlar o kadar yoğundu ki, önlerini görmek imkânsızdı. Her dönüşte farklı bir gökyüzü manzarası çıkıyor, bazen yıldızlar, bazen güneşin parıltısı önlerini kesiyordu. Bir noktada Ela, Deniz’i göremedi. Kalbi hızlandı: “Deniz! Nerdesin?” Sisin içinden sadece şu cümle geldi: “Sesime gel!” Onu bulduğunda Deniz, elinde küçük bir parlayan bulut parçası tutuyordu. “Bu, seni bana getiren işaret oldu,” dedi. Ela’nın gözleri doldu.
Labirentten çıktıklarında, önlerinde dev bir kapı yükseliyordu. Kapı, altın ve gümüş ışıkların birbirine sarıldığı bir örgüden yapılmıştı. Üzerinde yıldızların şekilleri vardı ve kapının önünde yaşlı rüzgâr kuşu bekliyordu. “Aşkınızı kanatlara dönüştürmek istiyorsanız,” dedi, “birlikte atlayarak bu kapıdan geçmelisiniz. Eğer kalpleriniz farklı ritimlerde atarsa, kapı kapanır.” Ela, Deniz’in gözlerine baktı: “Hazır mısın?” Deniz başını eğdi: “Senin olduğun her yolculuğa hazırım.”
El ele tutuşup kapıdan atladılar. O anda bedenleri hafifledi, rüzgârın kollarında yükseldiler. Omuzlarının arkasından ince bir ışık yayıldı, bu ışık şekil değiştirip zarif, güçlü kanatlara dönüştü. Kanatlar her çırpıldığında bulutlar dağılıyor, yıldızlar yaklaşarak onlara yol veriyordu. Artık yürüyen değil, uçan iki aşıktılar.
Bulutların üzerinde uçarken aşağıda dünya küçülüyordu. Nehirler gümüş iplikler gibi kıvrılıyor, şehirler minyatür oyuncaklara dönüşüyordu. Ela başını Deniz’in omzuna yasladı: “Şimdi hiçbir şey bizi ayıramaz.” Deniz, kanatlarını açarak ona sarıldı: “Ayrılık, bizim sözlüğümüzde yok.”
Uçuşları boyunca farklı gökyüzü diyarlarından geçtiler. Bir yerde, rüzgârın şekillendirdiği dev kuş sürüleri yanlarından geçti. Bir başka yerde, şimşekler ve yağmurla kaplı bir fırtına adasından geçtiler, ama kanatlarının ışığı onları korudu. Güneşin batışına ulaştıklarında gökyüzü, kızıl ve morun binbir tonuyla yanıyordu.
Ve o günden sonra, gökyüzünde bazen iki parlak ışık yan yana uçar, bulutların üzerinde kaybolurdu. Onları görenler bunun sadece bir efsane olduğunu sanırdı. Ama gerçekte, bulutlar üzerinde el ele uçan iki âşık, hâlâ yeni ufuklara doğru yol alıyordu.
Hızlı Masal
HizliMasal.com olarak, size en güzel masalları paylaşmaktan gurur duyuyoruz.
© 2025. All rights reserved.
iletisim@hizlimasal.com