Kutup sabahı, sessizliğiyle bile bir masalın girişini andırıyordu. Ufuk çizgisinde güneş, sanki utangaç bir çocuk gibi yavaşça yükseliyor, buzulların tepesine altın bir ışık bırakıyordu. Kar taneleri havada dans ederken, deniz buzulların kenarlarında ince ince çatlıyor, uzaklardan fok balıklarının neşeli sesleri geliyordu. İşte bu büyülü manzarada, yan yana yürüyen iki penguen vardı: Nila ve Aras. Nila’nın tüyleri, kar kadar beyaz gövdesinin üstünde gece siyahı gibi parlıyor, boynundaki ince gri tüyler sanki bir fular gibi duruyordu. Aras’ın duruşu güçlüydü; soğuk rüzgâr yüzüne çarpsa da, gözlerinde Nila’ya bakarken oluşan sıcaklık, en sert buzu bile eritecek kadar derindi.
Onlar sadece bir çift değil, hayatlarının her anında yan yana yürümeye söz vermiş iki sevgiliydi. Buzullarda hayatta kalmak zordu; fırtınalar, aç yırtıcılar, uzun ve karanlık geceler… Ama Nila ve Aras için en önemli şey, bu soğuk dünyada birbirlerinin sıcaklığıydı.
Bir gün Nila, sabah karlarını temizlerken Aras’a döndü: “Geçen kış Yaşlı Kutup Baykuşu bana bir hikâye anlattı. Kuzey ışıklarının altında, buzullardan yapılmış, sadece gerçek âşıkların bulabileceği bir saray varmış. Buzdan Saray derlermiş. Orada kalbini sevdiğine tamamen açan çiftlere, sonsuza kadar sürecek bir yuva hediye edilirmiş.” Aras, Nila’nın gözlerindeki ışıltıyı gördü. Hafif gülerek, “Yani bana diyorsun ki, koca kutup diyarını aşalım?” dedi. Nila gülümsedi: “Sen yanımda ol, kutbun en ucuna bile giderim.”
Yolculuk başladı. İlk durakları Buz Labirentiydi. Burası dev buz kütlelerinin arasında kıvrıla kıvrıla uzanan, gökyüzünü bile buzdan duvarların arkasına saklayan bir yerdi. Güneş ışıkları buzlara vurdukça mavi, yeşil ve mor tonlarda ışıldıyor, her adımda yeni bir koridor açılıyordu. Aras önde yürüyordu ama sık sık arkasına bakıp Nila’yı kolluyordu. Bir noktada Nila kaygan bir buz tabakasına bastı, dengesini kaybetti. “Ahh!” diye bağırdı. Aras anında dönüp kanatlarını uzattı, onu tutarak ayağa kaldırdı. “Beni böyle korkutma,” dedi gülerek ama gözlerinde ciddi bir endişe vardı. Nila, “Beni sen tuttuğun sürece düşmem,” diye karşılık verdi.
Labirentin ortasında, önlerine dev bir buz kapısı çıktı. Kapının üzerinde ince çatlaklar vardı, sanki yüzyıllardır oradaymış gibi. Üzerine kanat şekli işlenmişti. Nila, parmağıyla dokunduğunda kapıdan hafif bir melodi yayıldı. Aras kaşlarını kaldırdı: “Sanki bizi tanıyor.” Kapı kendi kendine açıldı ve onları dışarı, bembeyaz bir ovaya çıkardı.
Bu, Fırtına Ovasıydı. Burada rüzgâr öyle güçlü esiyordu ki, kar taneleri adeta iğne gibi yüzlerine çarpıyordu. Görüş mesafesi o kadar düşmüştü ki, Nila sadece Aras’ın sırtını görebiliyordu. Bir an Aras gözden kayboldu. Nila’nın kalbi hızlandı: “Aras! Nerdesin?” Rüzgârın uğultusu arasında Aras’ın sesi geldi: “Sesime gel, ben buradayım!” Karın içinde birbirlerini bulduklarında, Aras Nila’yı kanatlarının arasına aldı. “Bu soğuk, senin yanındayken yok oluyor,” dedi.
Ovanın sonunda kutup denizinin kıyısına ulaştılar. Burada dev buz dağları yüzüyordu. En büyük buz dağının tepesine çıkmaları gerekiyordu çünkü Buzdan Saray, tam orada, kuzey ışıklarının altında gizlenmişti. Tırmanış zordu; buz sert, rüzgâr sertti. Yolda bir grup martı, rüzgârla savrulan bir balık sürüsünün peşindeydi. Martılardan biri yaklaşarak sordu: “Nereye böyle cesur penguenler?” Nila yanıtladı: “Buzdan Saray’a gidiyoruz.” Martı başını salladı: “O sarayı yalnızca birbirine sonsuz güvenenler görebilir.”
Tepeye vardıklarında gökyüzü birden renklenmeye başladı. Kuzey ışıkları, yeşil ve mor şeritler halinde dans ediyor, sanki gökyüzü onlara yol gösteriyordu. Işıkların arasında sarayın silueti belirdi. Duvarları kristal gibi parlıyor, tavanında buz sarkıtları inci taneleri gibi dizilmişti. Kapıda buzdan bir mühür vardı. Mühürde ince yazılar: “Sadece el ele girenler, sarayın sıcaklığını hissedebilir.”
Nila ve Aras, ellerini kenetlediler, kapı sessizce açıldı. İçeri girdiklerinde buz duvarların arasından sıcak bir hava dalgası geçti. Sarayın içinde buzdan yapılmış tahtlar, merdivenler ve pencereler vardı. Tavanında asılı dev buz kristalleri, kuzey ışıklarını içeri yansıtıyor, bütün sarayı renkli ışıklarla dolduruyordu. Ortada büyük bir buz kristali vardı, içinden altın bir ışık yayılıyordu. Aras, Nila’ya dönüp, “İşte burası… bizim yuvamız,” dedi. Nila gülümsedi: “Artık hiçbir fırtına bizi ayıramaz.”
O an buz kristali hafifçe titredi, içinden minik bir ışıltı çıktı ve ikisinin etrafında dönmeye başladı. Nila, şaşkınlıkla Aras’a baktı: “Bu… bizi kabul ettiğinin işareti mi?” Aras başını salladı: “Evet, artık bu saray bize ait.”
O günden sonra, kuzey ışıkları gökyüzünde belirdiğinde bazıları, uzaklarda buzdan bir sarayın pencerelerinden iki küçük siluet gördüklerini söylerdi. Kimileri bunun sadece bir efsane olduğunu düşündü. Ama Nila ve Aras biliyordu ki, onların aşkı, buzulların içinde sonsuza kadar yaşıyordu.
Hızlı Masal
HizliMasal.com olarak, size en güzel masalları paylaşmaktan gurur duyuyoruz.
© 2025. All rights reserved.
iletisim@hizlimasal.com