Gökyüzünün turuncuya çaldığı, rüzgârın hafif hafif sardalya kokusu taşıdığı bir gün batımında, küçük liman kasabası yavaş yavaş akşam telaşına hazırlanıyordu. Balıkçı tekneleri iskeleye yanaşıyor, martılar bağırarak havada dönüyor, dalgalar taş kıyıya usulca çarpıyordu. Kasabanın en arka tarafında, yosun kokulu taş duvarların ardında ise insan gözünden uzak gizli bir yer vardı: Kediler Krallığı.

Burası tamamen kedilere ait, kendi kuralları, kendi düzeni olan bir krallıktı. Dar taş sokakların kenarlarında minik patilerin izleri vardı. Çatıların arasına asılmış renkli fenerler geceleri pırıl pırıl yanar, kedilerin parlak gözlerine yansırdı. Balık pazarı, yumuşak yastıklarla dolu güneşlenme terasları, tüy bakım salonları… Hepsi buradaydı. Ve bu krallıkta köpeklerin girmesi kesinlikle yasaktı.

Ama o akşam her şey değişti. Taş kemerli ana girişten, tüyleri karamel rengi, kulakları sarkık, gözleri koca ve meraklı bir köpek adım attı: Topo. Limanda yaşayan bir sokak köpeğiydi. Gün boyu balıkçı teknelerinin etrafında dolaşır, atılan balık kafalarını yakalamaya çalışırdı. O gün de balık kokusunun peşinden giderken yanlış yola sapmış, kendini Kediler Krallığı’nın ortasında bulmuştu.

Kapı nöbetçisi, uzun bıyıkları ve sert bakışıyla tanınan Kaptan Bıyık, hemen tüylerini kabarttı:
— “Hey! Dur orada! Bu krallığa köpek giremez!”
Topo kulaklarını düşürüp masumca baktı:
— “Ben kötü bir niyetle gelmedim… sadece kokuyu takip ettim. Balık gibi kokuyordu.”
Kaptan Bıyık patisini yere vurdu:
— “Kokunun peşinden gelmek bahanen mi? Burası bizim krallığımız!”

Tam o sırada ince beyaz tüyleri ve zümrüt yeşili gözleriyle Prenses Mırnav öne çıktı.
— “Kaptan Bıyık, sakin ol. Onu dinleyelim. Belki farklı bir hikâyesi vardır,” dedi.
Topo hafifçe kuyruğunu salladı:
— “Sadece merak ettim. Zarar vermek istemem.”

Prenses Mırnav düşündü, sonra gülümsedi:
— “Peki Topo. Burada kalmak istiyorsan üç kuralımız var: Bir, balıkları asla izinsiz yeme. İki, güneşlenme yerleri kedilere aittir. Üç, her festivalde dans edeceksin.”
Topo başını salladı:
— “Balıklarınızı çalmam, güneşlenme yerine oturmam… ama dans etmeyi hiç denemedim!”

İlk gün Topo pek sevilmedi. Balık pazarındaki kediler onu görünce tezgâhların altına saklandı, yavru kediler uzaktan bakıp fısıldaştı. Ama Topo pes etmedi. Su kovalarını taşıdı, balık ağlarını düzenledi, yaşlı kedilerin yüklerini hafifletti. Giderek meraklı bakışlar gülümsemelere dönüştü.

Bir akşam, büyük Sardalya Festivali başladı. Çatılardan fenerler sallanıyor, her köşe balık kokuyordu. Müzik başlamış, kediler dans ediyordu. Prenses Mırnav sahneye çıkıp:
— “Ve şimdi… ilk defa festivalde bir köpek dans edecek!” dedi.

Topo önce çekingen çıktı. Ama ritme ayak uydurdukça kuyruğunu sallayıp komik figürler yapmaya başladı. Kediler önce şaşırdı, sonra kahkahalarla güldü, alkışladı. Küçük bir kedi bağırdı:
— “Bu köpek bizim köpeğimiz artık!”

Tam herkes Topo’yu benimsemişken, ertesi hafta felaket geldi. Fırtınayla birlikte limandan dev bir varil sürüklendi. İçinde yüzlerce tazı balığı vardı ve koku o kadar yoğundu ki, liman kedileri deliye döndü. Ama varil kontrolsüzce rıhtımdan yuvarlanıyor, doğrudan krallığın su deposuna çarpacak gibi görünüyordu.

Kediler panikle sağa sola kaçıştı. Kaptan Bıyık,
— “Biri durdursun şunu!” diye bağırdı ama kimse varilin önünde duracak kadar cesaret edemedi.

O sırada Topo ileri atıldı. Patilerini yere sağlam bastı, varilin önüne geçti. Tüm gücünü kullanarak varili yavaşlattı, sonra yönünü değiştirip güvenli bir yere yuvarladı. Tüm krallık sessizleşti.

Prenses Mırnav yavaşça yaklaşıp,
— “Topo… sen olmasaydın su depomuz kırılır, her şeyimiz mahvolurdu,” dedi.
Kaptan Bıyık bile gülümsedi:
— “Sanırım artık bu krallığın onursal kedisisin.”

O günden sonra Topo, “Onursal Pati” unvanıyla Kediler Krallığı’nda yaşadı. Balık kokusuna aldırmadan, güneşlenme köşesinin yanındaki kendi gölgeli yerinde dinlenir, her festivalde en çok o dans ederdi. Ve herkes bilirdi ki, farklı olmak seni dışarıda bırakmaz; bazen seni kurtarıcı bile yapar.