O sabah, evimizin perdelerinden sızan altın rengi ışık, odama tatlı bir sıcaklık yaymıştı. Havanın ilkbahara döndüğünü, pencereyi açtığımda burnuma dolan taze toprak kokusundan anladım. Kuşlar, her zamanki sabah şarkılarını bu kez daha neşeyle söylüyorlardı. Aşağıdan gelen mutfak sesleri, metal kaşıkların porselen tabaklara değen tınıları ve babamın mırıldandığı ıslık, bana o günün sıradan bir gün olmayacağını hissettirdi.
Mutfakta annem masayı çoktan hazırlamıştı; kızarmış ekmek kokusu bütün evi sarmıştı. Babam, sandalyeye oturmuş, oltasını dikkatle inceliyordu. Oltanın misinası, sabah ışığında gümüş iplik gibi parlıyordu. Yanına yaklaşınca bana baktı ve dudaklarının kenarına gizli bir gülümseme yerleşti.
— “Hazır mısın Mert? Bugün senin ilk balığını tutma günün,” dedi.
Sözleri içimde garip bir heyecan yarattı. Elimle oltanın soğuk metalini okşadım. Babam, oltanın yanına küçük ahşap bir kutu koydu. Kutuyu açtığımda içindeki rengârenk yemler gözlerimi kamaştırdı. Bazıları kırmızı, bazıları sarıydı; hepsi küçük tüyler ve parlak pullarla süslenmişti.
— “Bunlar dedenin şans yemleridir,” dedi babam. “İlk avında mutlaka kullanmalısın.”
Kahvaltıyı bitirdikten sonra bisikletlerimizi aldık. Hedefimiz kasabanın dışındaki, derinliğiyle ünlü göldü. Yol boyunca yanımızdan geçen papatya dolu çayırlar, dalları çiçeklerle dolu meyve ağaçları ve uzaktan gelen dere şırıltısı, yolculuğu daha da keyifli kılıyordu. Babamla konuşa konuşa pedalladık:
— “Baba, ya hiç balık tutamazsam?”
— “O zaman gölün hikâyelerini dinlemiş olursun. Balıkçılık, sadece balık tutmak değildir, oğlum.”
Göle vardığımızda manzara büyüleyiciydi. Su, sabah güneşini aynalar gibi yansıtıyordu. Hafif bir sis tabakası gölün üzerinde süzülüyordu, sanki göl kendi nefesini veriyormuş gibi. Çevrede uzun sazlıklar rüzgârla dans ediyor, ara sıra suyun yüzeyinde küçük halkalar oluşuyordu.
Babam, “Balıkçılığın ilk kuralı: sabır,” dedi ve bana oltayı nasıl tutacağımı gösterdi. Misina elimden kayıp suya düşerken hafif bir “şap” sesi duyuldu. İlk denememde yem, babamın gösterdiği gibi zarif düşmedi. Babam gülerek, “Her balıkçı ilkinde böyle yapar, merak etme,” dedi.
Beklerken babam bana gölün eski hikâyelerini anlattı: Geceleri ay ışığında suyun ortasında beliren gizemli ışıklar, köyün yaşlı balıkçılarının gördüğünü iddia ettiği devasa turna balığı… Tam bunları konuşurken, oltam hafifçe gerildi. Önce bunun rüzgâr olduğunu düşündüm ama sonra bir kez daha gerilince babam fısıldadı:
— “Şimdi dikkat et, sabırlı ol.”
Kalbim hızla atıyordu. Oltayı sıkıca tuttum. Babam, “Hazır… şimdi çek!” dediğinde tüm gücümle çektim. Suyun içinden sıçrayan gümüş pullu balık, güneşte adeta küçük bir yıldız gibi parladı. Sıçrayıp tekrar suya düştüğünde etrafa damlacıklar saçıldı.
— “Baba! Yakaladım!” diye bağırdım.
Babam gülümseyerek, “İşte bu! Tebrikler, Mert,” dedi.
Balığı kovaya koyduk ama göle bakarken içim burkuldu. Balığın özgürce yüzmesini istiyordum. Babama dönüp,
— “Onu geri bırakalım, olur mu?” dedim.
Babamın gözleri parladı:
— “En güzel karar bu işte.”
Balığı yavaşça göle saldım. Bir an durup bana baktı, sonra pulları güneşte son kez parlayarak derinliklere doğru kayboldu. Babam termosundan bana çay doldurdu, birlikte göl kenarında oturduk. Hafif rüzgâr saçlarımızı okşuyor, suyun üstünde bir çift yaban ördeği süzülüyordu.
Geri dönüş yolunda babam, “Oğlum, balıkçılık bazen eve getirdiğin değil, geri bıraktığınla daha değerlidir,” dedi. Ben o an anladım ki, o gün sadece balık tutmayı değil, hayatım boyunca aklımdan çıkmayacak bir dersi öğrenmiştim.
Hızlı Masal
HizliMasal.com olarak, size en güzel masalları paylaşmaktan gurur duyuyoruz.
© 2025. All rights reserved.
iletisim@hizlimasal.com