Savanın ortasında, altın sarısı otların üzerinde sabah güneşi ağır ağır yükseliyordu. Rüzgâr geniş yapraklı akasya ağaçlarını nazikçe sallıyor, kuşların cıvıltısı tatlı bir melodi gibi yayılıyordu. Hayvanlar yeni güne hazırlanırken, krallığın gururu ve savanın en güçlü aslanı olan Kral Rongo, sabah suyunu içmek için gölete doğru ağır adımlarla ilerliyordu.

Göletin kenarına varınca suyun berrak yüzeyine baktı… ve dondu kaldı. Her zamanki gibi altın sarısı, kabarık, rüzgârda savrulan görkemli yelesi… yoktu. Yerine sönük, dümdüz, kısa tüyler kalmıştı. Gözlerini kırpıştırdı, kafasını salladı, suya tekrar baktı.
— “Hayır… bu bir kabus olmalı…” dedi kısık sesle.
Sonra birden kükredi:
— “Yeleeem! Nerede benim görkemli yeleem?!”

Panikle mağarasına koştu. Girişte bekleyen uşağı mirket Miko korkuyla irkildi:
— “Ne oldu majesteleri? Bir saldırı mı var? Yoksa filler suyumuzu mu kesti?”
Rongo kükreyerek:
— “Daha da korkunç! Yelemi kaybettim!”
Miko gözlerini kocaman açtı:
— “Ama majesteleri… yele yürüyüp gitmez ki.”
— “Gitmiş işte! Yok!”

Rongo nefes nefese ileri geri yürürken söyleniyordu:
— “Onsuz kral gibi görünemem! Tüm karizmam gitti!”
Miko içinden “Karizma dediğin sadece yele midir?” diye düşündü ama söylemedi.

Hemen bir arama ekibi toplandı: Zürafa Lina, fil Tumbo, papağan Zazu ve Miko.

İlk durak Rongo’nun uyuduğu mağara oldu. Lina uzun boynunu içeri uzattı, raflara kadar baktı.
— “Burada sadece birkaç tüy var… ama yele değil bunlar.”
Tumbo hortumuyla bütün taşları kaldırdı, hatta Rongo’nun yatak olarak kullandığı otları eledi. Yok.

Zazu havadan gözetleme yaptı:
— “Majesteleri, belki rüzgâr uçurmuştur?”
Rongo kaşlarını çattı:
— “Rüzgâr bile benim yeleme kıyamaz.”

Tam o sırada Tumbo hortumunu şaklattı:
— “Kuşlar! Yuva yaparken parlak tüy toplarlar. Belki…”

Ekip hemen savanın kenarındaki kuş kolonisine gitti. Dokumacı kuşlar dallara asılı yuvalarından kafalarını uzattı. Miko bağırdı:
— “Aranızda biri koca bir yele gördü mü?”
Bir kuş, gagasında altın sarısı bir parça tüyle çıktı:
— “Bu mu? Çok rahat yastık oluyor.”

Rongo’nun gözleri parladı:
— “O benim yelemden bir parça!”
Kuş gülümsedi:
— “Güzelmiş, yumuşacık. Daha fazlası da var, ama yuvalarımızı bozarsınız…”

Rongo ileri atıldı:
— “O tüyler benim onurum!”
Kuş kıkırdadı:
— “Onurunuza bir minder yapabiliriz.”

Uzun bir pazarlık başladı. Kuşlar yele parçalarını vermek istemiyordu. En sonunda Rongo, onlara eski postundan birkaç yumuşak tüy vermeyi teklif etti. Böylece kuşlar yele parçalarını geri verdi.

Ama yele hâlâ eksikti.

Bir süre sonra Miko, göletin kenarında oynayan küçük sırtlan yavrularını fark etti. Yavrular gülerek etrafta koşuyor, üzerlerinde altın sarısı bir “pelerin” dalgalanıyordu.
— “Aha! Bulduk!” diye bağırdı.

Rongo hışımla yaklaştı:
— “Siz de ne yapıyorsunuz o yeleyle?!”
Yavrular ürkekçe cevap verdi:
— “Biz sadece kral gibi görünmek istedik…”
Rongo sert bakışını yumuşattı:
— “Kral gibi görünmek değil, kral gibi davranmak önemlidir.”

Yele pelerinini geri aldı, yavrulara da eski bir battaniye verdi. Kuşlara yuva yapmaları için birkaç tüy bıraktı.

O gün Rongo aynaya baktığında şunu fark etti: Onu kral yapan sadece yelesi değil, adaleti, merhameti ve cesaretiydi.