Güneşin yeni doğduğu, gökyüzünün pembe-turuncu tonlara boyandığı bir sabah, küçük kasabanın taş döşeli sokakları henüz uykudaydı. Evlerin bacalarından hafif dumanlar yükseliyor, fırından taze ekmek kokusu yayılıyor, pencerelerdeki çiçek saksılarından sabah çiğinin serinliği hissediliyordu. Sokağın köşesinde, beyaz boyalı ahşap çitin önünde, kahverengi-beyaz tüyleriyle kıvırcık kulaklı sevimli bir köpek oturuyordu: Dodo.

Dodo, kasabanın en tanınan ama en gizemli köpeğiydi. İnsanlar onu her gün görürdü ama pek bir şey bilmezdi. Çoğu, onun sadece sahibinin bahçesinde dolaşan, kedileri kovalayan, güneşin altında uyuklayan sıradan bir köpek olduğunu sanırdı. Ama Dodo’nun kimseye söylemediği bir sırrı vardı.

Bir sabah komşu çocuklardan Mert çitin üzerinden seslendi:
— “Hey Dodo! Ne yapıyorsun yine? Kargaları mı kovalıyorsun?”
Dodo kuyruğunu salladı ama sadece havladı. Mert gülerek,
— “Ah, keşke konuşabilsen!” dedi.

Ama Dodo içinden, Keşke bilseler… konuşmaktan daha fazlasını yapabiliyorum diye geçirdi. Çünkü Dodo, geceleri herkes uyurken, sessizce kasabanın tepesindeki eski çamaşırhaneye gidiyor ve… piyano çalıyordu.

O gece ay gökyüzünde parlak bir gümüş tepsi gibi asılıydı. Dodo patilerinin ucuna basa basa bahçeden çıktı, sessiz sokaklardan geçti. Çamaşırhaneye girdiğinde köşede duran eski piyanonun kapağını patisiyle kaldırdı. Derin bir nefes aldı, tuşlara dokundu. O kadar yumuşak, o kadar huzurlu bir melodi çalıyordu ki, rüzgâr bile sanki onu dinlemek için durdu.

Ama o gece, kapı aralık kalmıştı. Yoldan geçen Yaşlı Bay Samet içeriden gelen melodiyi duydu. Merakla içeri baktığında gözlerine inanamadı.
— “Yok artık… bu… bir köpek mi çalıyor?” diye fısıldadı.
Dodo durdu, hafifçe başını yana eğdi. Bay Samet’in yüzünde hem şaşkınlık hem mutluluk vardı.
— “Dodo, bunu herkese göstermelisin. Böyle bir yetenek saklanmaz!” dedi.

Ertesi sabah Bay Samet, kasaba meydanına eski ama sağlam bir piyano getirtti. “Bu akşam meydanda küçük bir gösteri var” haberi hızla yayıldı. İnsanlar merakla toplandı. Dodo sahneye çıkmak üzereyken biraz çekindi. “Ya gülerlerse?” diye düşündü.

Tam o sırada Mert ön sıralardan bağırdı:
— “Hadi Dodo! Ne yapabileceğini göster!”

Dodo derin bir nefes aldı, piyanonun başına geçti. Önce yavaş, yumuşak bir melodi çaldı. Meydandaki herkes sessizleşti. Sonra tempo yükseldi, neşeli, kıpır kıpır bir ritim başladı. Çocuklar dans etti, yaşlılar ellerini çırptı, herkesin yüzünde gülümseme vardı.

Gösteri bittiğinde, kasaba halkı Dodo’yu ayakta alkışladı. Mert koşup ona sarıldı:
— “Sen sadece en iyi köpek değil, en iyi müzisyensin!” dedi.

Ama Dodo’nun gerçek sınavı henüz başlamamıştı. Bir hafta sonra kasabada büyük bir fırtına koptu. Elektrikler kesildi, insanlar korku içinde evlerine kapandı. O gece herkesin morali bozulmuştu. Tam o sırada, meydandan hafif piyano sesleri duyuldu. İnsanlar pencerelerini açtı, bazıları yağmurluklarını giyip dışarı çıktı. Meydanda, ıslanan tüylerine aldırmadan piyano çalan Dodo vardı. Melodisi, fırtına gürültüsünün arasından sıyrılıp herkesin yüreğine dokundu.

Bir süre sonra çocuklar gülmeye, büyükler birbirine sarılmaya başladı. O gece Dodo’nun müziği, kasabanın karanlığını ışığa çevirdi.

Ertesi gün belediye başkanı Dodo’ya altın renkli bir madalya taktı: “Kasabanın Onur Müzisyeni”.

O günden sonra Dodo sadece bir köpek değil, kasabanın sembolü, umudu ve neşesi oldu. Her hafta sonu meydanda piyano çaldı, her fırtınada ya da kötü günde insanlara moral verdi.