Sabah güneşi ormanın yapraklarını altın rengine boyamış, dalların arasından süzülen ışıklar yere pırıltılı desenler çizmişti. Toprak, gece yağmurundan kalma taze kokusunu salıyor, ağaç kabuklarında minik böcekler yeni günün koşuşturmasına başlamıştı. Ormanın her köşesinden kuş sesleri duyuluyor, uzaklarda bir dere şırıltısı ince bir melodi gibi eşlik ediyordu.

Bu sessiz güzelliğin ortasında, yere yakın bir yaprağın üzerinde minicik ama gözleri parlayan bir karınca oturuyordu: Kimo. Diğer karıncalar sabahtan beri yiyecek taşımakla meşguldü; kimisi tohum, kimisi yaprak parçası getiriyordu. Ama Kimo o sabah çalışmak yerine etrafı seyrediyor, düşüncelere dalmıştı.

“Herkes benden hızlı, herkes benden güçlü… Hep en küçük ben olacağım. Ama neden? Belki de fil kadar güçlü olabilirim. Evet, olmalıyım!” diye düşündü.

Tam bu sırada, dev adımlarıyla ormanın sakin devi Fil Boro göründü. Güneşte parlayan gri derisi, kocaman kulakları ve nazik bakışlarıyla Boro, ormandaki herkesin saygı duyduğu bir dosttu. Hortumuyla bir dalı çekip yapraklarını yerken, Kimo ona doğru seslendi:
— “Boro! Sen çok güçlüsün. Bana da senin gibi olmanın sırrını öğretir misin?”

Boro gülerek yanına yaklaştı.
— “Küçük dostum, güç sadece kaslarda olmaz. Ama madem istiyorsun, seni deneyeceğim. Hazır mısın?”
— “Hazırım!” dedi Kimo, gözleri parlayarak.

Boro, Kimo’ya üç gün boyunca farklı görevler verdi. İlk gün dev bir muz dalını taşımaya çalıştı. Kimo bütün gücüyle çekti, itti ama dal kımıldamadı. Yorulup yere düştü.
— “Olmuyor… fil kadar güçlü olamayacağım,” dedi.
Boro sakin bir sesle,
— “Henüz değil. Kas gücü zamanla artar, ama bu sadece başlangıç,” diye karşılık verdi.

İkinci gün, Boro onu nehir kenarına götürdü.
— “Karşı kıyıya geç ve oradaki kırmızı meyveyi getir,” dedi.
Kimo suya bakınca korktu. Akıntı hızlıydı. Ama cesaretini toplayıp, sudaki yaprak parçalarını köprü gibi kullanarak geçti. Döndüğünde Boro gülümsedi:
— “Bak, bu güç değil mi? Korkunu yenmek.”

Üçüncü gün, Boro onu ormanın en yüksek ağacına yönlendirdi. Dalların ucunda parlayan altın renkli bir çiçek vardı. Kimo ince dallardan geçip rüzgârla sallanırken düşmemeye çalıştı. Yere döndüğünde çiçeği Boro’ya uzattı.
— “Zor oldu… ama başardım,” dedi.
Boro,
— “İşte gerçek güç burada. Azim, cesaret ve akıl. Senin bedenin küçük ama kalbin kocaman,” dedi.

Tam Kimo kendini geliştirdiğini hissederken, bir sabah koloni panik içinde uyandı. Uzakta, devasa bir kertenkele karınca yuvasının yolunu kesmişti. Kertenkele, yuva girişini devirdiği anda bütün yiyecek stokları tehlikeye girecekti. Kimo hemen Boro’nun yanına koştu:
— “Yardım etmeliyiz!”
Boro hızlı ama sakin konuştu:
— “Bu senin zamanın, Kimo. Ne öğrendiysen kullan.”

Kimo önce cesaretini topladı, kertenkeleyi dikkatini dağıtacak şekilde önüne çekti. Sonra çevrede bulduğu dikenli bir dalı yuva girişine sürükledi. Kertenkele, dikenlere basmamak için geri çekildi. Koloni kurtulmuştu! Tüm karıncalar Kimo’nun etrafında toplandı.
— “Sen bizim en küçük ama en güçlü kahramanımızsın!” dediler.

O günün akşamı kolonide büyük bir kutlama yapıldı. Yapraklardan masa örtüleri serildi, çiğ damlalarıyla dolu kabuk kaplar içecek oldu, toplanan tatlı meyveler ortaya dizildi. Kimo, biraz utanarak ortada duruyordu. Herkes ona bakıyordu.
Yaşlı karınca Tima gülerek:
— “Kimo, bize gücün sadece kaslarda olmadığını gösterdin,” dedi.
Boro ise onun yanına gelip patisiyle omzuna dokundu:
— “Benim kadar iri olmayabilirsin ama kalbin bir filinki kadar büyük.”

Kimo, gözleri dolu dolu gülümsedi:
— “Artık fil kadar büyük olmak istemiyorum. Ben… Kimo kadar güçlü olmak istiyorum.”

Ve o günden sonra ormanda herkes bilirdi ki, en küçük gövde bile en büyük cesareti taşıyabilir.