O sabah gökyüzü, pırıl pırıl mavi rengiyle göz kamaştırıyordu. Bahçedeki erik ağacı çiçek açmış, pembe ve beyaz tomurcuklar rüzgârda hafifçe sallanıyordu. Tavuklar kümesin önünde tüylerini kabartıyor, minik serçeler çatıda cıvıldaşıyordu. 12 yaşındaki Can, elinde paslı bir tornavidayla eski bisikletinin zincirini yağlamaya çalışıyordu. 10 yaşındaki Elif, çimenlerin üzerine serilmiş piknik örtüsünde çikolatalı bisküvilerini sıralamış, arada bir abisine bakarak gülüyordu. 7 yaşındaki Zeynep ise sabun köpükleri üflemekle meşguldü; her üfleyişinde güneş ışığında gökkuşağı gibi parlayan baloncuklar havalanıyordu.

Tam o sırada, Zeynep’in üflediği köpüklerin arasından diğerlerinden çok farklı bir balon belirdi. Bu, bildikleri balonlara benzemiyordu. Yüzeyi ipek gibi pürüzsüz, gökkuşağı renkleriyle ışıldayan ve neredeyse bir karpuz büyüklüğünde devasa bir balondu. Üstelik rüzgâra rağmen hiç savrulmuyor, sanki bilinçli bir şekilde onlara doğru geliyordu.

— “Vay canına…” dedi Elif, ayağa kalkıp gözlerini kısmış bir şekilde.
— “Bu köpük değil,” diye fısıldadı Can. “Sanki… canlı gibi.”

Balon, bahçenin sonundaki yaşlı elma ağacının altına kadar süzüldü. Tam durduğu anda üzerinde altın renkli, kıvrımlı harfler belirdi:
“Beni yakala, seni göklere çıkarayım.”

Zeynep, hiç düşünmeden uzanıp balonu tuttu. O an, üç kardeşin de ayakları yerden kesildi. Önce hafifçe havalandılar, sonra hızla gökyüzüne doğru yükselmeye başladılar. Bahçeleri, evleri, mahalleleri küçüldü, bulutların arasından geçtiler. Rüzgâr tatlı tatlı yüzlerini okşuyor, altlarında pamuk gibi yumuşak bulutlar uzanıyordu.

— “Beni bulan nadir insanlardansınız,” dedi balon ince bir sesle. “Ben Sihirli Balon’um. Size dünyanın en muhteşem üç yerini göstereceğim. Ama her yerde bir görevi tamamlamadan yolculuk bitmeyecek.”

İlk Durağın Sırrı – Altın Kanatlı Kuşların Adası

Balon yavaşça alçaldı. Karşılarında masmavi denizin ortasında yemyeşil bir ada vardı. Adanın kıyısında tüyleri altın gibi parlayan, göz kamaştırıcı güzellikte dev kuşlar duruyordu. Kuşlar, üzgün bir şekilde gagalarını yere eğmişti.
Kral Kuş konuştu:
— “Yuvalarımızın kalbi olan Göktaşı kayboldu. Onsuz yumurtalarımız ısınamaz.”

Görev açıktı: Ormanın derinliklerine gidip göktaşını bulmak. Ama taş, renk değiştiren dev bir bukalemunun koruması altındaydı. Can cesaretle öne atıldı, Elif dikkatini başka yöne çekti, Zeynep ise sessizce taşı aldı. Kuşlar sevinçle kanat çırptı, onlara altın bir tüy hediye etti.

İkinci Durak – Şeker Dağı ve Ejderhalar

Balon, bu kez tatlı kokular yayan, rengarenk bir dağın tepesine indi. Şeker Dağı, karamel nehirleri, sakız ağaçları ve şekerleme taşlarıyla kaplıydı. Ama zirveye çıkan yol, şeker ejderhaları tarafından kapatılmıştı. Ejderhalar, altın tüyü görünce yollarını açtı. Zirvede, kardeşlere dev bir şeker kristali verildi.

Üçüncü Durak – Bulutlar Krallığı

Gökyüzünün en yükseklerinde, sisler arasında beyaz mermerden yapılmış görkemli bir krallık belirdi. Ama kapılar kapalıydı. Kraliyet tacı çalınmıştı ve fırtınalı bulutların ortasındaki buz kristalinin içinde hapsolmuştu. Can buz kristalini kırmak için bütün gücünü kullandı, Elif tacı aldı, Zeynep krala verdi. Krallık ışığa boğuldu, kapılar açıldı.

Eve Dönüş ve Sürpriz

Balon, “Görev tamamlandı,” dedi. “Ama bilin ki gerçek sihir, sizin birlikteliğinizde.”
Geri dönüş yolunda gökyüzü pembe ve altın tonlarına büründü. Eve indiklerinde balon küçülerek rüzgârla kayboldu. Masanın üzerinde altın tüy, şeker kristali ve minicik bir bulut parçası kaldı.

Tam o sırada altın tüy parladı. Kardeşler tüyü tuttuklarında bahçelerinin bir köşesinde minik, parlak bir kapı belirdi. Kapıdan baktıklarında uzak diyarlara giden bir yol vardı. Can gülümsedi:
— “Sanırım bu macera daha yeni başlıyor.”