Ormanda kaybolup eve dönmemizin üzerinden iki gün geçmişti. Hâlâ o yosunlu köprü ve sisli yarık aklımdan çıkmıyordu. Babam her ne kadar “Eski kamp alanıydı işte” diye konuyu kapatsa da, annemin yüzündeki o hafif endişe ifadesi bana pek öyle olmadığını hissettiriyordu.
O akşam gölün kenarında kamp ateşimizi yakmış, marshmallowlarımızı kızartıyorduk. Güneş batarken gökyüzü mora dönmüş, suyun yüzeyinde parlayan yansımalar sanki başka bir dünyadan gelmiş gibiydi. Defne küçük taşları suya atıyor, çıkardığı halkalara gülüyordu. Babam, “Bu gece hava çok berrak, yıldızlar çok güzel görünecek,” dedi.
Gece çöktüğünde ateşin turuncu alevleri göl kıyısında dans ediyor, çevredeki ağaçların gölgeleri uzun uzun yere düşüyordu. Hepimiz çadırlarımıza çekilmiştik. Gözlerim tam kapanmak üzereyken dışarıdan hafif bir çıtırtı duydum. Önce rüzgâr sandım, ama sonra adım seslerine benzeyen, yavaş yavaş yaklaşan bir gürültü geldi.
— “Baba… bir şey var dışarıda,” diye fısıldadım.
Babam el fenerini aldı, sessizce çadırın fermuarını açtı. Soğuk gece havası içeri doldu. Fenerin ışığıyla baktığımızda, göl kıyısında duran silueti gördük. Küçük, kamburumsu bir şeydi. Işık üzerine düşünce ürperdim: bu… yarı insan, yarı hayvan gibi görünüyordu.
Annem Defne’yi arkasına aldı. Babam yavaşça yaklaşınca, o figür hafifçe geri çekildi, ama tamamen kaçmadı. Yakına geldiğimizde gördük ki, bu yaşlı bir kampçıydı. Üzerinde yıpranmış bir yağmurluk, sırtında eski bir çanta vardı. Ama gözleri… gözleri olağanüstü bir şekilde parlak yeşildi.
— “Siz… ormandaki eski köprüyü geçtiniz değil mi?” dedi boğuk bir sesle.
Babam donup kaldı.
— “Evet, ama nereden biliyorsunuz?”
Adam başını salladı.
— “O köprü, buradaki iki dünya arasındaki sınırdır. Siz oraya girerek eski ruhları uyandırdınız. Onlar sizi bulmadan buradan gitmelisiniz.”
Defne korkuyla bana baktı. Babam ise sert bir tonla, “Kim bu ruhlar?” diye sordu. Adam, gölün karşısındaki karanlığa işaret etti.
— “Sis Gölü Muhafızları… o saatte oraya girmemeliydiniz.”
Tam o sırada gölün üzerinde ince bir sis tabakası oluşmaya başladı. Sisin içinde hareket eden gölgeler belirdi. Uzaktan uğultuya benzeyen sesler geliyordu. Adam, çantasından küçük bir ahşap düdük çıkardı.
— “Bu, sizi koruyacak. Ama yarın gün doğmadan buradan ayrılmalısınız.”
Babam istemese de düdüğü aldı. Adam, bir an bize baktı… sonra hiç ses çıkarmadan gölgelerin içinde kayboldu.
Gece boyunca ateşi söndürmedik. Sis gölün kıyısından çadırların yakınına kadar geldi ama içeri girmedi. Sanki düdük etrafımızda görünmez bir sınır oluşturmuştu.
Sabah ilk ışıklarla eşyalarımızı topladık. Yola çıkarken göl kıyısına baktım; sis yoktu, ama suda yavaşça batmakta olan bir yağmurluk parçası gördüm. Adamınki olabilirdi… belki de bu, bize yardım eden son görevi olmuştu.
Defne elimi tuttu.
— “Bir daha buraya gelir miyiz?” diye sordu.
Babam hafifçe gülümsedi:
— “Bazen bazı yerler, sadece bir kez görülmeli. Biz de gördük.”
Ve oradan ayrıldık. Arkama son kez baktığımda, gölün yüzeyinde belli belirsiz bir gölge, bize el sallıyor gibiydi.
Hızlı Masal
HizliMasal.com olarak, size en güzel masalları paylaşmaktan gurur duyuyoruz.
© 2025. All rights reserved.
iletisim@hizlimasal.com