O gün dışarıda gökyüzü, sanki dev bir fırça ile griye boyanmış gibiydi. Yağmur, ince taneler halinde yağarken pencere camlarında küçük nehirler oluşmuştu. Evimizde ise sıcacık bir huzur vardı; mutfaktan tarçın ve vanilya kokuları yayılıyor, sobanın içindeki odunların çıtırtısı salona kadar geliyordu. Ben ve küçük kardeşim Elif, battaniyeye sarılıp koltukta oturuyor, babamızın eski fotoğraf albümlerine bakıyorduk.
Tam o sırada kapı zili çaldı. Annem kapıyı açtığında karşısında, yağmurdan sırılsıklam olmuş bir kargo görevlisi duruyordu. Elinde uzun, dikdörtgen bir paket vardı. Üzerinde bizim adresimiz yazıyordu ama gönderen kısmında sadece “Teyzen” yazıyordu. Oysa teyzemiz Ayla, aylar önce dünyanın öbür ucuna seyahate çıkmıştı ve ondan mektup bile almamıştık.
Paketi salona getirdiğimizde, Elif heyecanla,
— “Hadi açalım! Belki oyuncaktır!” dedi.
Ama babam paketi eline alıp dikkatle inceledi. Üzerindeki kâğıdın kenarlarında altın rengi ince desenler vardı. Bir köşesinde, elle çizilmiş minicik bir anahtar sembolü bulunuyordu.
Paketi açtığımızda içinden eski görünümlü ahşap bir kutu çıktı. Kutunun kapağında gümüşten yapılmış karmaşık bir kilit vardı ve üzerinde minik, taşlarla işlenmiş yıldız figürleri vardı. Yanında ise kısa bir not vardı:
“Bu kutu, ancak gerçek aile bağıyla açılır. İçindeki, sizi bekleyen maceraya götürecek.”
Elif merakla,
— “Açsana abi, hadi!” dedi.
Denemeye başladım, ama kilit normal anahtarlarla açılmıyordu. Babam, “Demek ‘aile bağı’ derken hepimizin birlikte yapması gereken bir şey var,” dedi.
Kutuya dokunduğumuzda üzerindeki yıldızlar hafifçe parladı. Sonra babam elini koydu, annem de ve en son Elif… Hepimiz aynı anda dokunduğumuzda kilit kendi kendine açıldı.
Kutunun içinden, minik bir pusula ve garip bir şekilde ışıldayan bir taş çıktı. Taşın içindeki parıltılar, sanki canlıymış gibi hareket ediyordu. O anda pusula kendi kendine dönmeye başladı ve kuzeyi değil, pencereden dışarıyı işaret etti.
Yağmur durmamıştı, ama hepimiz kabanlarımızı giyip pusulanın gösterdiği yöne doğru yürümeye başladık. Mahallemizin sonundaki eski, terk edilmiş tren istasyonuna vardık. Pusula burada daha hızlı dönmeye başladı, ta ki rayların hemen yanında yosunlarla kaplı küçük bir kapak bulana kadar.
Kapağı kaldırdığımızda karşımıza taş merdivenler çıktı. Merdivenlerden indiğimizde, devasa bir yer altı salonuna ulaştık. Duvarlarda teyzemin gençliğinde çekilmiş fotoğraflar vardı. Ortada ise yuvarlak bir masa ve üzerinde eski haritalar… Bir köşede, başka bir kutu duruyordu.
Babam onu açtığında içinden teyzemin sesi yankılandı:
— “Beni bulmanız zaman aldı ama başardınız. Şimdi, gerçek hazinem sizsiniz. Bu odayı, ailemizin anılarını saklamak için yaptım. Ne olursa olsun, bağınızı kaybetmeyin.”
Elif gözleri dolu dolu,
— “Onu görecek miyiz?” diye sordu.
Tam o sırada duvarın köşesindeki bir kapı açıldı… ve orada, gülümseyerek duran teyzemiz Ayla belirdi. Hepimizi tek tek kucakladı.
O gün, paketle başlayan gizem, bizi sadece bir maceraya değil, birbirimize daha da sıkı sarılmaya götürmüştü. Ve öğrendik ki, bazen en değerli hazine altın değil, aileydi.
Hızlı Masal
HizliMasal.com olarak, size en güzel masalları paylaşmaktan gurur duyuyoruz.
© 2025. All rights reserved.
iletisim@hizlimasal.com