Kasabanın etrafını saran o büyük orman, küçüklüğümden beri hem huzur hem de gizem kokardı. İlkbahar geldiğinde çamların arasından yayılan taze reçine kokusu, yazın gölge veren dev ağaçları, sonbaharda yere düşen kızıl yaprakların hışırtısı… Hepsi hafızama kazınmıştı. Ama bir de kış vardı ki, orman bambaşka bir masala dönüşürdü. Sis, ağaç gövdelerine sarılır, dalların üzerinde buz kristalleri ışıldardı.
Babamla ormana gittiğimiz günlerden birinde, hava berrak ama serindi. Güneş ışıkları, dalların arasından ince iplikler gibi süzülüyor, yerdeki yosunları parlatıyordu. Babam her zamanki gibi sırt çantasını yüklenmişti; içinde mutlaka bir matara su, termos çay ve kendi elleriyle yaptığı sandviçler olurdu. Ben de peşinde, meraklı adımlarla ilerliyordum. Babam o gün çok fazla konuşmuyordu, sadece ara ara, “Bugün sana yeni bir yer göstereceğim,” diyordu.
Yaklaşık yarım saat yürüdükten sonra, daha önce hiç girmediğim dar bir patikaya saptık. Burası farklıydı. Ağaçlar birbirine o kadar yaklaşmıştı ki, gökyüzünü neredeyse tamamen kapatıyorlardı. Kuş sesleri azalmış, yerini hafif ama sürekli bir uğultuya bırakmıştı. O uğultu, rüzgârın yapraklarla oynadığı tuhaf bir melodi gibiydi.
Bir süre sonra yosun kaplı taş bir duvarın önünde durduk. Duvarın ortasında, neredeyse sarmaşıkların tamamen kapattığı ince bir kapı vardı. Babam cebinden küçük, paslı bir anahtar çıkardı. Anahtar deliğe girdiğinde çıkan “klik” sesi ormanın sessizliğinde yankılandı. Kapı gıcırdayarak açıldı.
İçeri adım attığımızda, karşımızda küçük ama sağlam bir ahşap kulübe duruyordu. Duvarları kalın çam kütüklerinden yapılmış, çatısında yosunlar büyümüştü. Önünde iki sallanan sandalye olan küçük bir veranda vardı. Babam, “Burası, senin deden tarafından inşa edildi,” dedi. “Ailemizin gizli sığınağı.”
Kulübenin içi, eski ama düzenliydi. Köşede taş bir şömine, raflarda tozlu kitaplar, tavanda kurutulmuş otlar asılıydı. Masanın üzerinde cam bir kavanoz içinde paslı bir pusula ve sararmış bir harita duruyordu. Babam pusulayı eline aldı:
— “Bu sadece yön göstermez. Deden, pusulanın doğru zamanda doğru yeri göstereceğini söylerdi.”
Tam o sırada dışarıdan yaprak hışırtısı geldi. Babam pencereye baktığında, ağaçların arasında siyah pelerinli bir adam gördü. Elinde uzun bir baston vardı ve yavaşça kulübeye doğru yürüyordu. Babam bana pusulayı verdi:
— “Ne olursa olsun, bunu sakla.”
Adam kapıya gelip kısık bir sesle, “Harita burada olmalı… verin onu,” dedi. Babam, “Yanlış yerdesin,” diye karşılık verdi. Adam birkaç saniye sustu, sonra gülümsedi ve ormana karıştı.
Ertesi sabah pusula kendi kendine dönmeye başladı. İğnesi kuzeyi değil, ormanın derinliklerini gösteriyordu. Babamla birlikte peşine düştük. Saatlerce yürüdük, pusula bizi yosun tutmuş dev bir kayanın önüne getirdi. Haritada burası işaretliydi, ama görünürde bir kapı yoktu. Babam cebinden dedemin madalyonunu çıkarıp kayanın ortasına koydu. Kaya, duman gibi eriyip bir tünel açtı.
Tünel, bizi devasa bir yer altı salonuna götürdü. Duvarlarda aile sembollerimiz, ortada yuvarlak bir masa ve üzerinde eski parşömenlerle dolu bir sandık vardı. Tam yaklaşırken, siyah pelerinli adam tekrar belirdi.
— “Yüzyıllardır beklediğim an geldi,” dedi.
Babam bana göz kırptı:
— “Mert, pusulayı masaya koy.”
Pusulayı masaya koyduğumda altın bir ışık yükseldi, tavanın çatlakları kapandı, sandığın kilidi açıldı. İçinde altın ve mücevherlerin yanında, dedemin tuttuğu kalın bir günlük vardı. Babam, “İşte gerçek hazine bu: ailemizin geçmişi ve sırları,” dedi.
Adam, hiçbir şey alamayacağını anlayınca sessizce geri çekildi. Biz de sandığı kapatıp tünelden çıktık. Ormana döndüğümüzde güneş ışıkları, pusulanın üzerinde parlıyor, sanki bize “macera bitmedi” diyordu.
Babam omzuma elini koydu:
— “Artık bu sır sana da emanet, Mert. Bir gün pusula seni yine çağıracak.”
Ve ben biliyordum… o gün geldiğinde yine bu ormandan başlayacaktı her şey.
Hızlı Masal
HizliMasal.com olarak, size en güzel masalları paylaşmaktan gurur duyuyoruz.
© 2025. All rights reserved.
iletisim@hizlimasal.com