Bir zamanlar, göllerin ay ışığında gümüş gibi parladığı, ormanların rüzgârla fısıldaştığı uzak bir krallıkta genç ve yakışıklı bir prens yaşarmış. Cesareti, zekâsı ve gülüşündeki sıcaklıkla herkesin sevgisini kazanmış. Bir gün av sırasında merakı onu sarayın sınırlarının ötesine, krallığın en eski efsanelerinin anlatıldığı kara ormana sürüklemiş. Bu ormanda, kimsenin yanına yaklaşmaya cesaret edemediği yaşlı bir büyücünün yaşadığı söylenirmiş.
Prens, sislerin arasında ilerlerken, karşısına siyah giysili, yeşil gözleri karanlıkta ateş gibi parlayan yaşlı bir kadın çıkmış. Elinde altın kabartmalı, uç kısmı zümrütle süslü bir asa varmış. Kadın ona uzun uzun bakmış ve ince ama buz gibi bir sesle konuşmuş:
— Cesaret bazen ödül, bazen ceza getirir, prens. Sen, sözlerini tutmayan, kalbini kibirle dolduran biri olduğun için… artık hayatın sudaki yansıman kadar soğuk ve kaygan olacak.
Kadın asasını yere vurmuş. Bir anda prensin bedeni küçülmüş, cildi kaygan ve yeşil bir deriye dönüşmüş, sesi boğuk ve tok bir kurbağa sesine dönüşmüş. Artık o, sadece bir kurbağa görünümündeydi. Büyücü, gölgeler arasında kaybolmadan önce fısıldamış:
— Ancak gerçek bir sevgi sözü seni özgür kılar. Ama dikkat et… Sevgi sözleri kolay söylenir, zor kanıtlanır.
O günden sonra prens sarayın ihtişamlı salonlarında değil, ormanın gölgeli göletlerinde yaşar olmuş. Ay ışığında suya baktığında hâlâ eski yüzünü görür gibi oluyor, ama parmağını suya değdirdiğinde tek gördüğü kırılan halkalar oluyormuş. Günler geçmiş, mevsimler değişmiş, prens yalnızlık ve sabırla sınanmış.
Bir yaz günü, ormana komşu başka bir krallığın genç prensesi altın topuyla oynuyormuş. Topunu göğe fırlatmış ama top yuvarlana yuvarlana göletin içine düşmüş. Prenses çaresizlikle suya bakarken, küçük bir kurbağa sudan çıkmış ve ona doğru zıplamış.
— Altın topunu sana getirebilirim, demiş kurbağa, ama bir şartla… Sarayına beni de götürecek, sofranda bana yer açacak ve bana arkadaş olacaksın.
Prenses önce şaşırmış, sonra gülümseyerek kabul etmiş. Kurbağa suya dalmış, altın topu çıkarmış. Ama prenses sözünü tutmamış, hızla saraya dönmüş.
O gece, sarayın kapısında hafif bir tıklatma sesi duyulmuş. Kapıyı açtığında, altın topunu getiren o kurbağa kapı eşiğinde duruyormuş. Prenses, önce isteksizce olsa da onu içeri almış. Günler içinde prenses, kurbağanın anlattığı hikâyeleri dinlemeye başlamış. Onun aslında zeki, nazik ve sözünde duran biri olduğunu fark etmiş.
Bir akşam, kurbağa ona bakıp şöyle demiş:
— Bana verdiğin sözü hatırlıyor musun?
Prenses, başını eğmiş ama gülümsemiş:
— Hatırlıyorum… ve bundan sonra sözümü tutacağım.
O an, kurbağanın gözleri derin bir ışıkla parlamış. İnce bir sis yükselmiş, derisi altın tozları gibi parıldamış. Birkaç saniye içinde karşısında yeniden eski hâline dönmüş yakışıklı prens duruyormuş. Lanet kırılmıştı.
Prens, büyünün sadece dudaklardan değil, kalpten çıkan bir sözle bozulduğunu anlamış. Prenses de gerçek dostluğun ve sevginin, dış görünüşten çok daha değerli olduğunu öğrenmiş. O günden sonra ikisi de hem dost hem de eş olarak krallıklarını birlikte yönetmiş, “Kurbağa Prens”in hikâyesi ise kuşaktan kuşağa aktarılmış.
Hızlı Masal
HizliMasal.com olarak, size en güzel masalları paylaşmaktan gurur duyuyoruz.
© 2025. All rights reserved.
iletisim@hizlimasal.com