O sabah okul, baharın getirdiği o tatlı huzurla uyanmıştı. Güneş, bulutların arasından nazlı nazlı sızıyor, bahçedeki taze çimenlerin üstünde ince bir ışıltı bırakıyordu. Henüz ikinci dersin zili çalmış, teneffüs başlamıştı. Çocukların çoğu bahçeye koşmuştu ama bazıları, özellikle de karnı guruldayanlar, doğruca kantine yönelmişti.
Kerem de onlardan biriydi. On iki yaşındaydı; yaramaz ama meraklı bakışlarıyla tanınırdı. Ceketinin cebinde bozuk paralar, zihninde ise tek bir düşünce vardı: “Acaba bugün tost mu yesem, yoksa kek mi?”
Kantin binası küçük ama sıcak bir yerdi. İçeri girer girmez insanı karşılayan taze pişmiş poğaçaların, peynirli böreklerin ve sıcak çikolatanın kokusu insanın ruhunu sarar, yorgunluğu silerdi. Büyük pencerelerden süzülen güneş ışığı, kantinin ortasındaki masaların üzerine altın gibi dökülüyordu.
Ama o gün, Kerem’in gözleri, kantinin en köşesinde duran ve sanki diğer yiyeceklerden farklı bir aura yayan bir şeye takıldı: gümüş kaplamalı, kenarları altın desenlerle işlenmiş, yuvarlak ve gösterişli bir kutu. Kutunun kapağından hafif hafif buhar çıkıyor, tarçın, vanilya ve çilek kremasının tatlı karışımı havada asılı kalıyordu.
Kerem, sırada beklerken gözünü kutudan ayıramadı. Elif, yani on yaşındaki kız kardeşi, biraz arkada durmuş, abisinin bakışlarını takip ediyordu.
— “Abi… neden öyle bakıyorsun?” diye fısıldadı.
— “O kutu… normal bir kutu değil. Baksana, sanki ışık saçıyor.”
Tezgâha vardıklarında Ayşe Teyze, her zamanki gibi güler yüzlüydü ama bakışlarında hafif bir gizem vardı.
— “Kerem, Elif… bu sabah çok tuhaf bir şey oldu,” dedi kutuya bakarak. “Kantinin kapıları kilitliyken biri bu kutuyu tam buraya bırakmış. İçinde kurabiyeler var, ama kimin getirdiğini bilmiyorum.”
Kutunun kapağını kaldırdığında Kerem’in nefesi kesildi. İçerideki kurabiyeler, üzerlerine serpiştirilmiş yıldız şekilli şekerlerle pırıl pırıl parlıyordu. Kenarlarından incecik karamel şeritleri akıyor, sanki kendi kendilerine hafifçe titreşiyorlardı.
Kerem, elini uzatıp bir kurabiyeyi aldı. Sıcak ve yumuşaktı. Elif de bir tane kaptı.
— “Bunlar… başka bir dünyadan gelmiş gibi,” dedi Kerem, hafif gülümseyerek.
İlk ısırık… tatlı vanilya, tarçın ve çilek kremasının patlaması… ama hemen ardından gelen hafif baş dönmesi. Kantindeki sesler uzaklaştı, renkler soldu. Bir altın toz bulutu onları sardı.
Kerem gözlerini kırpıştırdığında artık kantinde değildi. Elif de hemen yanında, şaşkın gözlerle etrafına bakıyordu.
Tatlılar Diyarı’na Yolculuk
Bulundukları yer, rüyadan fırlamış gibiydi: yollar çikolatadan, evler pamuk şekerden, gökyüzü ise pamuk şeker bulutlarıyla süslenmişti. Uzakta, krem şanti kaplı tepeler parlıyor, etrafta marshmallow tavşanlar zıplıyordu. Ama bu güzelliğin ortasında bir huzursuzluk vardı. Havanın tatlı kokusu, sanki eksilmişti.
Tam o sırada, mor cübbesi rüzgârda savrulan Mutfak Büyücüsü Pandelor yanlarına geldi.
— “Kerem! Elif! Siz sonunda geldiniz! Tatlılar Diyarı büyük tehlikede!” dedi nefes nefese.
— “Ne oldu?” diye sordu Kerem.
— “Bütün tatlıların tadını veren Altın Tarçın Tozu çalındı! Onsuz hiçbir tatlı tatlı olamayacak. Hırsız, Karamel Ormanı’nın ötesine kaçtı. Onu ancak siz bulabilirsiniz!”
Kerem gülümsedi, gözlerinde kararlılık vardı.
— “Bize yolu göster.”
Ve böylece kardeşler, çikolata nehirlerini geçip, gofret köprülerden yürüyerek, şeker kamışı tarlalarından geçerek maceraya atıldılar.
Macera ve Final
Karamel Ormanı’nda, karamelden yapılmış ağaçların gölgeleri arasında hırsızın izlerini buldular: yere düşmüş birkaç damla altın renkli toz. İzler, buzdan yapılmış dev bir kapıya kadar gidiyordu. Kapının ardında, tatlıları sevmeyen, soğuk bakışlı Buz Pastası Ejderhası vardı.
Kerem cesurca öne çıktı.
— “Altın Tarçın Tozu’nu geri ver, yoksa…”
Ejderha gülümsedi.
— “Yoksa ne? Siz tatlı çocuklar bana ne yapabilirsiniz ki?”
O anda Elif, cebinden getirdiği kurabiyeyi çıkardı, içine biraz çikolata kreması sürdü ve ejderhanın önüne koydu. Ejderha bir lokma aldı… ve yüz ifadesi yumuşadı.
— “Bu… bu tat… çok güzel,” dedi gözleri dolarak. “Tatlılar Diyarı’nın neden korunması gerektiğini unutmuşum.”
Ejderha, Altın Tarçın Tozu’nu teslim etti. Toz yerine dökülünce Tatlılar Diyarı’nın renkleri geri geldi, gökyüzü maviye boyandı, tatlı kokular yeniden yayıldı.
Pandelor, Kerem’e altın saplı bir kaşık, Elif’e ise yıldız taşlı bir kolye hediye etti.
— “Siz olmasaydınız burası sonsuza kadar tatsız kalacaktı.”
Kerem ve Elif, son birer kurabiye yiyerek gözlerini kapattı. Gözlerini açtıklarında yine kantindeydiler. Ama masanın köşesinde, altın tozlu bir kurabiye hâlâ parlıyordu.
Hızlı Masal
HizliMasal.com olarak, size en güzel masalları paylaşmaktan gurur duyuyoruz.
© 2025. All rights reserved.
iletisim@hizlimasal.com