Kıyı kasabasının üzerindeki gökyüzü, gün batımının kızıl ve altın renkleriyle parlıyordu. Uzaklarda martılar çığlık çığlığa denizin üzerinde dönüyor, limanın ucundaki eski fener dalgaların üzerine ışığını bırakıyordu. Dar taş sokaklardan esen rüzgâr, tuz ve yosun kokusunu taşıyordu. Kasaba halkı evlerine çekilmişti, ama limanın kenarındaki eski kayıkhanede üç arkadaş bir araya gelmişti: Mert, Emir ve Defne.
Mert, her zamanki gibi elinde yeni bir maceranın anahtarını tutuyordu — bu kez gerçekten. Kenarları yıpranmış, derisi çatlamış bir defterdi bu. Defteri ona, kasabanın dışında yalnız yaşayan eski denizci Rıfat Dede vermişti. Rıfat Dede’nin gözleri, o an pırıl pırıl parlamıştı:
— “Bu defter, dedemin günlüğü… Kaptan Hayri’nin kayıp hazinesinin yerini anlatır. Ama dikkat edin, hazineyi arayan herkes geri dönemez.”
Emir kaşlarını kaldırdı:
— “Hazine mi? Yoksa yine bir deniz efsanesi mi?”
Defne, defteri eline alıp sayfaları çevirdi. İçinde kasabanın eski haritası, garip semboller ve bulmaca gibi dizeler vardı:
“Fenerin gözü denizi gördüğünde, gölgenin yolu seni kumsuz sahile götürür. Orada üç kaya, tek sır saklar.”
Mert’in gülümsemesi genişledi:
— “İşte bu gece maceramız başlıyor.”
Gece çökerken, üçü fener tepesine tırmandı. Ay, denizin üzerinde gümüş bir yol gibi parlıyordu. Fenerin ışığı dönüyor, her dönüşte karanlığı yarıyordu. Mert, defterde yazdığı gibi gölge yönünü takip etti. Emir, pusulasını çıkarıp açıları hesapladı. Defne ise etrafı dinleyerek, ayak seslerinden ya da dalga ritminden ipuçları arıyordu.
Bir süre sonra, dalgaların vurmadığı, sessiz bir koya ulaştılar. Ay ışığında üç büyük kaya görünüyordu. Mert, kayaların arasına tırmanıp yosunlarla kaplı bir demir kapak buldu. Emir, yanında getirdiği kazmayla kapağı açmaya çalıştı. Defne, o sırada sahilin üstünde gölgeler hareket ediyormuş gibi fark etti.
Kapak gıcırdayarak açıldı. Aşağıya inen taş merdivenler, tuz ve küf kokusuyla dolu bir tünele açılıyordu. Üçü fenerlerini yakıp aşağı indi. Tünel, daraldıkça taş duvarlardaki yosunlar parlamaya başladı; sanki binlerce küçük yıldız gibi… En sonunda, yuvarlak bir taş odaya ulaştılar. Odanın ortasında, zincirlerle yere sabitlenmiş ağır bir sandık vardı.
Mert kilidi yoklarken Defne defterin arkasındaki küçük bir bölmeden minik bir anahtar buldu. Anahtar kilide uydu ve ağır kapak açıldığında, altınların ve mücevherlerin ışığı odayı doldurdu. Ama en ortada, üzerinde eski yazılar olan küçük bir ahşap kutu vardı.
Tam kutuyu alacaklardı ki, tünelden ağır ayak sesleri duyuldu. Emir fısıldadı:
— “Bizi takip etmişler…”
Gölgeler arasından üç adam belirdi; ellerinde paslı kılıçlar, yüzlerinde siyah maskeler vardı. Liderleri, “O hazine bizim olacak,” diye hırladı.
Mert, Defne’ye kutuyu almasını, Emir’e ise çıkışı bulmasını fısıldadı. Maskeliler saldırdığında, üçlü taş sütunların arasından kaçmaya başladı. Tünelde kovalamaca başladı; parlayan yosunlar, dar geçitler ve su birikintileri arasında mücadele ettiler. Emir, gizli bir yan koridor bulup diğerlerine işaret etti. Koridor, denizin altından geçen bir tünele çıkıyordu.
Tam tünelin ortasında, yukarıdan dev bir dalga vurdu. Tavan çökmeye başladı, su hızla doluyordu. Mert, Defne’yi itti, Emir kutuyu yukarı kaldırarak korudu. Suyun içinde sürüklenirken, tünelin sonunda ay ışığıyla aydınlanan bir çıkış gördüler.
Nefes nefese, deniz kıyısındaki kayaların arasına çıktılar. Arkalarında tünel çökmüş, maskeliler sonsuza kadar içeride kalmıştı. Kutuyu açtıklarında, içinden sadece altın değil, aynı zamanda kasabanın eski limanının haritası çıktı — haritada hâlâ keşfedilmemiş adalar işaretliydi.
Defne gülümsedi:
— “Demek bu, başka bir maceranın anahtarı.”
Mert, gözlerini ufka dikti:
— “Ve biz o adaları bulacağız.”
Emir derin bir nefes aldı:
— “Ama önce… biraz uyuyalım.”
Ay, denizin üzerinde gümüş bir yol çizerken, üçlü hem yorgun hem de zaferin sıcaklığıyla sahilde oturdu. Dalgalar, sanki yeni maceraların davetini fısıldıyordu.
Hızlı Masal
HizliMasal.com olarak, size en güzel masalları paylaşmaktan gurur duyuyoruz.
© 2025. All rights reserved.
iletisim@hizlimasal.com