Mars’ın gökyüzü, Dünya’daki hiçbir akşama benzemiyordu. Ufukta batmakta olan güneş, ince atmosferin ardında dev bir kızıl küre gibi parlıyor, bütün gökyüzünü altın, turuncu ve bakır tonlarına boyuyordu. Uzaklarda toz fırtınaları ağır ağır sürükleniyor, yeryüzü boyunca gölgeler dev dalgalar gibi ilerliyordu. Mars Üssü’nün dev kubbeleri, bu sonsuz kızıl çölün ortasında yalnız, ama kararlı bir şekilde duruyordu.

On iki yaşındaki Kerem, kubbenin kalın camının arkasında durup bu manzarayı izliyordu. Dünya’dan ayrılıp ailesiyle buraya geleli henüz altı ay olmuştu. Başlarda, her şey yeni ve büyüleyiciydi: yeraltındaki dev hidroponik tarlalar, robot keşif araçları, kırmızı kayaların arasındaki keşif yürüyüşleri… Ama artık, günler birbirine benzemeye başlamıştı. Kerem’in kalbinde bir tek şey vardı: kendi başına bir keşif yapmak.

O gün, babası dış görevde, annesi ise bilim laboratuvarındayken, Kerem gizlice planını uygulamaya koydu. Keşif kıyafetini giydi, şeffaf başlığını taktı, oksijen deposunu omzuna yerleştirdi. Hava kilidinin kapısı açıldığında, içeriden dışarıya adım atmanın verdiği özgürlük hissi, kalbinin hızlı çarpmasına neden oldu. Mars’ın ince havası, kaskın camında ince bir buğu oluşturdu.

Hedefi belliydi. Günlerdir, üssün kuzeyinde, ufka yakın bir noktada, akşamları maviye çalan garip bir parıltı görüyordu. “Belki bir göktaşı… belki de başka bir şey,” diye düşündü. Adımlarını hızlandırarak kızıl tozun üzerinde yürümeye başladı.

Telsizden üssün sesi geldi:
— “Kerem, konumunu bildir. Şu an nerdesin?”
Kerem tereddüt etti. “Biraz bakıp döneceğim,” diye fısıldadı kendi kendine ve telsizi kapattı.

Yaklaşık yarım saat yürüdükten sonra, karşısına dev bir yarık çıktı. Yarığın derinliklerinde, metalik bir küre mavi mavi parlıyordu. Merakı ağır bastı, dikkatle aşağı indi. Ama tam o sırada, derinden gelen uğultu büyüdü. Ufka baktığında, hızla yaklaşan toz fırtınasını gördü.

Yukarı tırmanmaya çalıştı, ama kayalar kaygandı. Fırtına birkaç dakika içinde yarığın ağzını kapattı. Güneş ışığı kayboldu, görüş mesafesi neredeyse sıfıra indi. Oksijen göstergesi hızla düşüyordu.

Tam umudunu yitirmek üzereyken, küre daha parlak bir ışık yaymaya başladı. Sanki onu çağırıyordu. Kerem, tereddüt etmeden küreye doğru ilerledi. Yaklaştığında, kürenin yüzeyi dalgalandı ve içinden hologram gibi bir ışık yolu belirdi. Kerem adım attıkça etraf değişti — duvarlarda parlayan semboller, havada asılı duran kıvılcımlar vardı.

Işık yolu onu dev bir salona çıkardı. Salonun ortasında yarı saydam, yıldız tozu gibi parlayan gözlere sahip bir figür belirdi.
— “Zamanın yolcusu… neden buradasın?”
Kerem korku ve hayranlık karışımı bir sesle:
— “Kayboldum… ve buradan çıkmak istiyorum.”
Figür başını eğdi:
— “O zaman sana yolu göstereceğim. Ama karşılığında bu gezegenin sırlarını koruyacağına yemin et.”
Kerem hiç düşünmeden:
— “Söz veriyorum.”

Figür, avucunun içinde mavi bir kristal yarattı. Kristal, hafifçe titreşerek üssün olduğu yöne işaret ediyordu. Kerem onu eline aldığında, bir anda kendini yarığın ağzında buldu.

Fırtına hâlâ şiddetliydi, ama kristal parladıkça, önünde görünmez bir koridor açılıyor, tozlar kenara çekiliyordu. Kerem, nefesi tükenmek üzereyken kubbelerin siluetini gördü. Tam hava kilidine vardığında oksijen göstergesi sıfıra indi.

Kapı açıldığında, annesi ve babası ona sarıldı. Üs komutanı, “Bir daha böyle bir şey yaparsan…” diye sertçe başladı, ama sonra Kerem’in elindeki kristali gördü. Kristal, sanki içinde minik bir galaksi barındırıyordu.

O gece, Kerem kristali yatağının başucuna koydu. Uyumadan önce, kristalden çok hafif bir ses duydu:
— “Bu, sadece başlangıç…”

Ve Kerem biliyordu ki, bir gün tekrar o yarığa inecek, Mars’ın saklı şehirlerini arayacak… Bu kez yalnız değil.