Kuzey’in en soğuk kış gecelerinden biriydi. Gökyüzünde dans eden yeşil ve mor renkli kutup ışıkları, karla kaplı dağların tepelerine düşerek yeri büyülü bir masal diyarına çevirmişti. Ay, donmuş gölün üzerinde gümüş bir yansıma bırakıyor, rüzgâr ise buz kristallerini havada döndürerek minik yıldızlar gibi parlatıyordu.

On üç yaşındaki Lina, köyün en cesur kızlarından biriydi. Diğer çocuklar evlerinde soba başında otururken, Lina her fırsatta karla kaplı ormana dalar, yeni patikalar keşfederdi. Ama o gece, rüzgâr farklı kokuyordu; sanki ormanın derinliklerinden gelen bir çağrı vardı.

Lina, sırtına kalın pelerinini aldı, meşalesini yaktı ve dışarı çıktı. Ay ışığı altında ilerlerken, kar üzerinde devasa ayak izleri fark etti. O kadar büyüktü ki, izlerin içine iki adım atarak yürüyebilirdi. Merakı ağır bastı, izleri takip etti.

Ormanın en derin noktasında, donmuş bir şelalenin önünde durdu. Şelalenin buzları, içinden mavi bir ışık sızıyormuş gibi parlıyordu. Tam oradan geçecekti ki, arkasında yer sarsıldı. Yavaşça döndüğünde, karşısında devasa bir siluet yükseliyordu.

Bembeyaz saçlı, buzdan zırhlar giymiş, gözleri gökyüzü mavisi gibi parlayan Buz Devi, yavaşça diz çöktü. Sesi, fırtına öncesi uğultu gibiydi:
— “Küçük insan… kolyemi gördün mü?”

Lina şaşkınlıkla başını salladı:
— “Hayır… ama bulabilirim.”
Devi’nin bakışları yumuşadı:
— “Bu kolye, kışın kalbidir. Onsuz dağlardaki buz erir, nehirler taşar ve köyün yok olur. Onu kuzey rüzgârının çaldığını hissediyorum. Sadece cesur bir yürek geri getirebilir.”

Lina tereddüt etmedi. Devi’nin verdiği buzdan pusula, ince bir mavi ışıkla parlıyor ve yolu gösteriyordu. Yolculuğu, donmuş nehirlerin üzerinden, fırtınalı geçitlerin arasından geçti. Rüzgâr, sanki onu geri çevirmek ister gibi uğulduyordu.

Günler süren yolculuğun sonunda, pusula onu “Fırtına Zirvesi” denilen tepeye getirdi. Tepede, devasa bir buz mağarası vardı. Mağaranın içi, rüzgârın hapsedildiği dev borular gibi uğulduyordu.

Lina mağaraya girdiğinde, karanlığın içinde dönüp duran buz hortumları gördü. Hortumların merkezinde, parlak mavi taşlarla süslü, gümüş zincirli bir kolye asılıydı. Ama onu almak kolay değildi; hortumlar yaklaştığında buz parçaları bıçak gibi savruluyordu.

Lina, attığı her adımı hesapladı. Meşalesini yere bıraktı, pelerinini savurarak bir hortumun yönünü değiştirdi, diğerinden eğilerek kaçtı. Tam kolyeye uzandığında, devasa bir rüzgâr fırladı. Ayakları yerden kesildi, ama Lina zincire tutunarak kendini aşağı çekti.

Kolyeyi kavradığı anda, mağara sessizleşti. Hortumlar söndü, rüzgâr dindi. Dışarı çıktığında, gökyüzündeki kutup ışıkları daha parlak, daha sıcak bir renk almıştı.

Köye döndüğünde, Buz Devi onu bekliyordu. Lina kolyeyi uzattığında, Devi’nin gözleri ışıldadı.
— “Sen, küçük insan, kışın yeni koruyucususun.” dedi.

Buz Devi kolyeyi boynuna taktı. Bir anlık parıltıyla, dağlardaki karlar sağlamlaştı, göller yeniden dondu. Devi, Lina’ya buzdan yapılmış küçük bir tılsım verdi:
— “Ne zaman kış seni çağırırsa, buraya gel.”

Lina, o gece köyüne dönerken biliyordu ki, macerası bitmemişti… sadece başlamıştı.