Deniz ufka doğru altın bir yol gibi uzanıyordu. Gün batımı, dalgaların üzerinde bakır tonlu ışıklar bırakıyor, martılar gökyüzünde daireler çizerek bağırıyordu. Küçük liman kasabası, akşamın sessizliğine bürünmüş, rıhtımdaki eski balıkçı tekneleri halatlarının hafif gıcırtısıyla sallanıyordu.

On üç yaşındaki Arda, bu manzaraya bakarken, dedesinden kalan paslı pusulayı elinde çevirip duruyordu. Pusula ailelerinde nesiller boyu saklanmıştı ve dedesi ölümünden önce ona şu sözleri söylemişti:
— “Bu pusula kuzeyi değil, kaderini gösterir… ve bir gün seni 300 yıllık bir sırrın kapısına götürecek.”

O akşam, pusulanın ibresi aniden titredi ve batı yönüne kilitlendi. O yön, kasabanın açıklarındaki kayalık adalara bakıyordu. Arda’nın kalbi hızlandı; kaderin çağrısını hissediyordu.

Ertesi sabah, küçük kayığına atlayıp denize açıldı. Sis, kıyıdan uzaklaştıkça ağırlaştı. Sisin içinden geçerken, karşısına batık bir korsan gemisinin iskeleti çıktı. Direkleri kırılmış, gövdesi yosunlarla sarılmıştı. Geminin güvertesine çıktığında, ahşapların gıcırdaması dışında hiçbir ses yoktu.

Kaptan kamarasında, duvara gömülü eski bir sandık duruyordu. Sandığın üzerinde karmaşık semboller ve paslı kilitler vardı. Üzerindeki yazı şöyleydi:
“Anahtar, denizin kalbinde, yıldızların altında saklıdır.”

Tam o sırada gölgelerden yosunlarla kaplı, tek gözlü yaşlı bir adam çıktı.
— “O sandığı açmak isteyen çok oldu. Ama kimse başaramadı,” dedi kısık sesle. “Şifresini sadece gerçek deniz çocukları çözebilir.”

Adam, cebinden garip bir metal çıkarıp Arda’ya uzattı. Üzerindeki semboller pusulasıyla aynıydı. Arda metali pusulaya yerleştirdiğinde, pusula ışık yaymaya başladı. Işık, batık geminin altındaki bir mağarayı gösteriyordu.

Suya dalan Arda, dar geçitlerden yüzerek mağaraya ulaştı. Mercanlarla kaplı bir kayanın içinde, mavi bir inci buldu. İnciyi sandığın yuvasına yerleştirince kilitler tek tek açıldı. Sandığın içi altınlar, mücevherler ve bir deri parşömenle doluydu. Parşömen, efsanevi korsan Kaptan Roderick’in günlüğünden bir parçaydı. Günlükte, bir harita ve şu not vardı:
“Bu hazine sadece başlangıç. Gerçek güç, Lanetli Ada’nın kalbinde.”

O gece, pusula yeniden hareketlendi. Bu kez ibresi, açık denizde bilinmeyen bir noktayı gösteriyordu. Arda, içindeki korku ve heyecana rağmen kararını vermişti: Lanetli Ada’ya gidecekti.

Lanetli Ada’ya Yolculuk

Sabah, teknesini erzakla doldurdu. Deniz bu kez farklıydı; dalgalar ritmik değil, sanki onu test ediyormuş gibi düzensizdi. Gökyüzü, kara bulutlarla kaplanmış, ufukta şimşekler çakıyordu.

Günlerce yol aldı. Her gece pusula titreyerek ona yön gösterdi. Dördüncü günün sabahında sisin içinden kara göründü. Ancak bu kara, bildiği hiçbir adaya benzemiyordu: kumsalı simsiyah volkanik kumla kaplı, ağaçları kan kırmızısı yapraklarla süslenmişti.

Kıyıya adım attığında, ormanın içinden tuhaf uğultular geliyordu. Yürürken yere gömülü taşlarda eski korsan sembolleri gördü. Bazılarında kafatası ve çapraz kemikler, bazılarında ise göz şeklinde oymalar vardı.

Harita onu adanın merkezine, “Gölge Tapınağı” denilen yere götürüyordu. Tapınak dev taş sütunlarla çevrili, üstü sarmaşıklarla kaplıydı. Kapısında şu yazı vardı:
“Girmek için kalbini, çıkmak için cesaretini bırak.”

İçerisi tamamen karanlıktı. Adım attığında kapı aniden kapandı. Duvarlardan yankılanan bir ses konuştu:
— “Kaptan Roderick’in gücünü isteyen, korkularıyla yüzleşmeli.”

O anda Arda’nın etrafında illüzyonlar belirdi: dev dalgalar, batmakta olan gemiler, üzerine doğru gelen korsan hayaletleri… Arda dişlerini sıktı, gözlerini kapattı ve “Ben denizden korkmam” diye haykırdı. İllüzyonlar yok oldu.

Tapınağın merkezinde, siyah obsidyen taşından yapılmış bir sandık duruyordu. Sandığı açtığında, içinden parlak kırmızı taşlı bir kolye çıktı. Taşı eline aldığında, etrafında fırtına koptu, ada titredi.

Birden gökyüzünde kara bulutlar yoğunlaştı ve koca bir korsan hayaleti belirdi. Bu, Kaptan Roderick’in ruhuydu.
— “Beni özgür kıldın, çocuk. Ama bil ki bu kolye, denizlerin iradesini taşır. Yanlış kullanılırsa felaket getirir.”

Roderick, kılıcını kaldırarak ona selam verdi. Ardından gökyüzüne karıştı. Fırtına dinecek gibi değildi, ama pusula titreyerek Arda’ya dönüş yolunu gösterdi.

Teknesine atlayıp adadan ayrıldığında, geriye dönüp baktı. Ada, sislerin içinde yavaşça yok oldu. Elinde kolye, cebinde pusula… Arda biliyordu ki, bu sadece yeni bir maceranın başlangıcıydı.